Woodrow Wyatt :Lord Russell, siz pek mutlu bir insana benziyorsunuz. Her zaman böyle miydiniz?
Lord Russell :Yo... Hiç de değil. Mutlu ve mutsuz olduğum zamanla oldu. Bereket versin, yaşlandıkça mutluluk zamanlarım uzuyor gibi.
Wyatt: En mutsuz çağınız hangisi oldu?
Russell :Ergenliğimde mutsuz, ama çok mutsuzdum. Mutsuz ergenler çoktur sanırım. Dostum, konuşacak insanım yoktu. Öyle gelirdi ki bana, hep kendimi öldürmek istiyorum da zor alıkoyuyorum kendimi bu işten. Oysa, hiç de gerçek değildi bu. Her halde pek mutsuz olduğumu kendim uyduruyordum. Ama, bunun pek uydurma olmadığını, gördüğüm bir düşten anladım. Çok hasta, ölmek üzere olduğumu gördüm düşümde. İşin tuhafı, başımın ucunda profesör Jowett vardı, Balliol kolleji hocası ve Platon çeviricisi, pek bilgin bir aile dostumuz. Cırlak ve acı bir sesi vardı. Düşümde, pek duygulu bir sesle dedim ki ona: Ne de olsa bir avuntusu var insanın. Yakında kurtulacağım bu işten.» «Hayattan mı demek istiyorsun? diye sordu. Evet, hayattan dedim. «Biraz daha yaşlanınca böyle saçma lâflar etmezsin dedi. Uyandım ve bir daha böyle saçma bir lâf etmedim.
Wyatt : Mutlu zamanlarınızda, mutluluğa bile bile mi kavuştunuz, yoksa rastgele mi?
Russell : Yalnız çalışmalarım konusunda bile bile mutlu olmuşumdur. Hayatımın üst yanını itilere, raslantılara bıraktım. İşimde bilinçli bir yol tuttum ve dilediğimi de oldukça iyi başardım.
Wyatt :Mutluluğu itilere ve rastlantılara bırakınca, bu iş yolunda mı gider sanıyorsunuz?
Russell :Bana kalırsa, büyük ölçüde talihe ve işlerinizin gidişine bağlıdır bu iş. Erginliğimden bir hayli sonra, korkunç bir mutsuzluk sürem oldu. İşimi yürütebilmek için çözülmesi gereken bir probleme saplanıp kalmıştım. İki yıl, bir adım ilerlemeden bu problemle cenkleştim. Belâlı bir şeydi bu.
Wyatt :Mutluluğu yapan öğeler nelerdir sizce?
Russell :Dört öğeyi en önemliler sayarım: Bunların birincisi sağlıktır belki, ikincisi yoksulluğa düşmiyecek kadar varlık, üçüncüsü yakınlarımızla iyi geçinme, dördüncüsü de işde başarı.
Wyatt Sağlığı alalım. Ne diye sağlığa bu kadar önem veriyorsunuz?
Russell :Bâzı hastalıklar vardır ki onlara tutuldunuz mu, mutlu olmak gerçekten zordur, sanıyorum. Kimi hastalıklar düşünceyi etkiler ve bütün rahatınızı kaçırır. Kimi hastalıklara yiğitçe göğüs gerilebilir, kimilerine gerilemez.
Wyatt :Sizce sağlik mı mutluluğu getirir, mutluluk mu sağlığı?
Russell :Bana kalırsa, önce sağlık mutluluk getirir ama, öbür türlüsü de olur. Bence, mutlu kimsenin, mutsuzdan daha az hasta olması beklenir.
Wyatt :Şimdi ikinci öğeyi alalım. O neden önemli?
Russell :Alıştığınız yaşama koşullarına göre değişir. Eğer az, çok yoksül yaşamaya alışmışsanız, fazla bir gelire ihtiyacınız olmaz. ama, pek zengin yaşamaya alışmışsanız, geliriniz çok büyük olmadıkça mutsuz olursunuz. Yâni, alışık olduğunuz hayata bakar bu.
Wyatt :Geçim kaygısı, para kazanma tutkusuna da kayabilir değil mi?
Russell :Çok kolay kayabilir, çoğu zaman da böyle olmuş- tur. En zengin kimselerin Yoksullar Evinde ölme korkusuyla yaşadikları görülür.
Wyatt :Fazla para insanı hiç de mutlu etmeyebilir.
Russell :Tabiî, etmeyebilir, hiç etmeyebilir. Neden etsin? Bence paranın insanı yalnız geçindirecek kadarı istenmeli. Para üzerinde fazla düsünmemelisiniz. Fazla düşünmek zorunda kalırsanız, rahatınız kaçar.
Wyatt :Üçüncü öğe, yakınlarımızla iyi geçinme demiştiniz. Önem bakımından, üçüncü mü gelir sizce bu?
Russell :Hayır, hayır. Benim başıma gelenlere bakarsanız, önem bakımından birincidir bu, ya da sağlıktan hemen sonra gelir.
Wyatt :Bununla ne demek istediğinizi biraz açıklar mısınız:
Russell :Yakınlarımızla iyi geçinmekten ne anladığımı mı?
Wyatt : Evet
Russell : Ne demek istediğimin pek açık olduğunu sanıyorum: Kimine göre, dostluk, kimine göre aşk, kimine göre çocuklarına bağlılık. Bütün kişisel, içten yakınlıklar. Bunlarda rahatlık yoksa, hayat da bir hayli güçleşir.
Wyatt :İşe gelelim. İşde başarının önemi üstüne ne diyorsunuz?'
Russell . Ateşli insanlarda işin önemi çok büyüktür. Kimi insanlar uyuşuktur ve işlerine pek aldırmazlar. Biraz olsun ateşli bir insansanız, ateşinize bir amaç gerek. İş, bu amaçtır- işte. Tabii, iş başarısız olunca, mutluluk getirmez. Ama başarılı olunca, bütün gününüzü doldurur ve mutluluğunuzu bir hayli arttırır.
Wyatt: Her türlü iş sağlar mı bunu
Russell :Sağlar. Kimi işlerin belâlı olması durumu değiştirmez. Demek istiyorum ki, eğer siz bir Politbüro üyesi iseniz işiniz biraz tehlikeli olur ama...
Wyatt :Ama, bu türlü işleri seven için yine de bir coşkunluk sağlar.
Russell :Evet, bu türlü işleri seviyorsanız, mesele yok.
Wyatt :İşin büyüklüğü küçüklüğü önemli değil midir?
Russell :Hayır. Yaradılışınıza bağlıdır bu. Kimi insan yalnız büyük işler başarınca mutlu olabilir, kimisi de ufak tefek başarılarla mutlanabilir, yaradılışına göre. Ama, iş sizin güçlerinizle dengeli olmalı ki başarı sağlıyabilesiniz.
Wyatt :Bu dediğiniz, insanı şöyle bir düşünceye götürebilir: Kimi insan tembellikle de mutlu olabilir, birazcık işle yetinebilir.
Russell :Doğru. Ama, pek o kadar mutlu olamazsınız. Benim tecrübelerime kalırsa, zor bir işi başarmanın getirdiği mutluluk çok, ama çok büyüktür. Tembel insanlârın böyle bir keyfi tâdabileceklerini sanmıyorum.
Wyatt .Daha az akıllı olmakla daha keyifli bir hayat süreceğinizi söyleseler, ne dersiniz?
Russell :Böyle bir keyfi istemem, derim. Biraz daha akıllı olayım da, keyfimin daha az olmasına razıyım. Ben akıldan yanayım.
Wyatt :Felsefe mutluluğa yardım eder mi, sizce?
Russell :Felsefe ile ilgilenirseniz ve bir işi de iyi yaparsanız, eder. Başka türlü etmez. Ama duvarcılık da '''. mutluluğa yardım eder... tabii, iyi bir duvarcı isenız. !, Her hangi bir işi yapmak mutluluk getirir insana.
Wyatt :Mutluluğa karşı koyan etkenler nelerdir?
Bussell :Söylediklerimizin dışında bir çok etkenler daha vardır. Mutluluğa karşı olan şeylerden biri kaygıdır. İşte, benim yaşlandıkça daha mutlu olmamın nedenlerinden biri de budur. Gittikçe daha az kaygılanıyorum. Kaygılarıma pek yararlı bir çare buldum: Önce şöyle düşünmek: •Şimdi başıma gelecek en kötü şey nedir?... Sonra ,söyle düşünmek .Bundan yüz yıl sonra, hiç de o kadar kötülüğü kalmayacak bu işin. ', Belki hiç lafı bile edilmeyecek.. Gerçekten böyle düşünebildiniz mi. pek o kadar kaygılanmanız artık. ''., Kaygı, başıma gelebilecek tatsız olaylara göğüs germemekten ileri gelir.
Wyatt :Siz kaygılarınızı dilediğiniz gibi önliyebilir mısınız
Russell :Büsbütün önleyemem, büyük ölçüde önleyebilirim
Wyatt :Sizce hasedin bu işde ne payı var
Russell: Ha, haset.. evet. Bir çok kimse için korkunç bir '' mutsuzluk kaynağıdır bu. Ressam Haydon geliyor aklıma. Çok iyi bir ressam değildi ama. olmak istiyordu. Günce tutardı. Şöyle diyor bir yerinde: .Kendimi Rafaello ile karşılaştırıp berbat bir sabah geçirdim..
Wyatt:Bu haset konusunu biraz açıklar mısınız?
Russell :Bana öyle geliyor ki, mutlu olabilmek için çok şeyleri olan nice insanlar vardır, başlarında biraz daha. fazla şey olduğu düşüncesiyle üzülürler: Başkasının daha iyi bir otomobili, daha hoş bir bahçesi olduğunu sanırlar, ya da rahat bir iklimde yaşamanın ne kadar hoş bir şey olduğunu düşünürler, bilmem kimin kendilerinden daha çok tanındığına ve buna benzer şeylere üzülürler. Tadabilecekleri şeyi tadacaklarına, başkalarında benden çok şu var bu var diye keyiflerinden olurlar. Oysa, buna aldırmamaları gerekir.
Wyatt:Evet ama, haset şu bakımdan iyi bir şey olabilir: Sizden daha iyi iş çıkarıyor diye birini kıskanırsanız, bu sizi daha iyi çalışmağa itebilir.
Russell:Evet, daha iyi çalışmaya itebileceği gibi, daha kötü iş çıkarmaya da götürebilir bence. Üstelik de, başka birinin işine burnunuzu sokmaya kalkışmış olursunuz. Başka birini aşmanın iki yolu vardır: Biri, kendinizi ilerletmek, öteki de, o adamı geriletmektir.
Wyatt :Peki, ya can sıkıntısı?... Can sıkıntısının da önemi var mı sizce?
Russell :Var, hem de çok var bence. Can sıkıntısının sadece insanlara özgü bir şey olduğunu söylemeyeceğim. Çünkü, Hayvanat Bahçesinde maymunlara baktım. Onlar da can sıkıntısının ne olduğunu biliyor gibiydiler. Ama, bana kalırsa, öteki hayvanların canı sıkılmıyor. Bence can sıkıntısı bir zekâ belirtisidir ve Can sıkıntısının da bir önemi çok büyüktür. Vahşilerin uygar insanlarla yan yana gelir gelmez ilk istedikleri şeyin alkol olmasından da bunu anlıyoruz. Alkolü Kutsal Kitap'tan, İncil' den, hattâ mavi incik boncuklardan bile fazla istiyorlar. Neden istiyorlar? Can sıkıntılarını bir an olsun dağıtsın diye.
Wyatt :Peki, iyi bir öğrenim görmüş insanlarda, örneğin, kızlarda can sıkıntısını nasıl önleyebiliriz? Kızların, evlenince ev işlerinden başka yapacak şeyleri kalmıyor.
Russell :Toplumun düzeni kötü de ondan böyle oluyor. Bana kalırsa, bu düzeni bireysel davranışlar değiştiremez. Ama, çağımız için, verdiğiniz örnek çok önemli. Bizim doğru dürüst bir toplum düzenimiz yok. Çünkü, olsaydı, kadın erkek herkes yararlı yetilerini ortaya koyabilirdi. Günümüzün iyi okumuş kadınları evlendikten sonra yetilerini geliştirmiyorlar. Ama bu, toplumsal düzenimizin bir sonucudur.
Wyatt :Belli işleri yaparken kendi nedenlerimizi anlâmak ve böylece kendi kendimizi aldatmaktan sakınmak mutluluğumuza ne ölçüde yardım eder?
Russell: Bana kalırsa çok yardım eder. Çok kimse bir tek ya da bir küme insana kin bağlar, bu kinin de yüksek bir ülkücülükten geldiğini sanır. Aslında, hiç de öyle olmayabilir. Bunu kavrasalar, bence daha mutlu olurlar.
Wyatt :Bir çok insan, kendi kendilerini aldatarak mutsuz olmuyor mu, sizce?
Russell :Oluyor, çok insanlar oluyor.
Wyatt :Başınız belâdayken, örneğin hapisteyken, mutlu olmak sizce mümkün mü? Siz de hapse girdiniz, bilirsiniz.
Russell :A... bakın ben çok iyi vakit geçirdim hapiste. Ama, tabiî, birinci bölümdeydim. Oradakiler hapis hayatının her zamanki sıkıntılarını çekmezler. Ama genel olarak, hapis hayatı, kafasıyla çalışmaya alışık bir adam için çok güçtür. Bir el işine alışmışsanız güçlük azalır. Çünkü, o zaman düşünce hayatınızdan fazla bir şey eksilmez.
Wyatt :Hapis ne zaman daha sıkıntılıdır? Sizin gibi yüksek bir dâva uğruna hapse girince mi, yoksa hakkedip de girince mi?
Russell :Elbette ki benim gibi girince. Demek istiyorum ki, eğer çatal kaşık çaldığım için aynı cezaya çarpılmış olsaydım mutsuzluğa düşerdim adam akıllı. Çünkü... şey... kepaze edilmeği haketmiş sayardım kendimi. Ama, ben kendimi hiç de kepaze edilmiş saymadım.
Wyatt :Sizinki sade prensip meselesi olduğu için mi?
Russell :Evet
Wyatt Uğrunda yaşayacağımız davalar bizi mutlu edelibilirmi, sizce?
Russell :Az çok bir başarı sağlıyabilirsek, evet. Dâvalarında hiç başarı sağlıyamıyanlar mutlu olamazlar ama, az çok başarı sağlıyanlar, az çok mutlanabilirler. Şimdi, bir başka konuya geçmek istiyorum. O da şu: Kendi işinizin dışına çıkan ilgiler, hele insan yaşlandıkça, çok önemli bir yer alır. İlgileriniz ne kadar az kisisel olursa, kendi hayatınızı ne kadar aşarsa, hayatınızın yakında biteceği kaygısı o ölçüde azalır. Bence bu, yaşlılıkta çok önemli bir mutluluk öğesidir.
Wyatt :Uzun yaşama ve mutlu olma üstüne insanların salık verdikleri reçetelere ne diyorsunuz?
Russell :Uzun yaşamak bir hekimlik sorunudur. Bunun üstüne bir düşünce ileri sürmek istemem. Bu reçetelerin savunucuları durmadan yazı, kitap yollarlar bana. Onlara bakarsınız, verdikleri ilâcı alır almaz saçlarım yeniden kararacak. Benim işime gelmiyor bu. Çünkü, şunu anladım ki: Saçlarım ne kadar aklaşırsa, insanlar söylediklerime o kadar kolay inanır olurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder