16 Ekim 2007 Salı

YAŞAM KIRINTILARI

Uyum ve düzeni sağlamak, iş akışını bozmamak. Görev tanımına giren bu ibarelerle sarhoş bir çalışana neler yapılabilir? Kırkını geçmiş, tek ayak aksak, sakat kadrosundan işe girmiş (yıllar sonra öğrenildi) lise mezunu, boşanmış, tek başına ebevynlerinden kalan evde yaşıyordu. Ömrünün son beş yılına tanıklık ettiğim, traji-komik hikayesinde yer aldığım, hastaneye kaldırılmadan önce tek yakını kardeşini aradı mı bilmem ama beni arayıp “.... hanım ben ölüyorum ” diyen insan.


Dikkatin, emeğin en az yoğun olduğu işte çalışmaya başlayıp;

- Oğlum gel seni evlendirelim, bir kadın seni çekip çevirir, hiç olmazsa akşamları sıcak yemek yersin.

Öğütlerini veren arkadaşını hiçbir surette dinlemeyip çıkardığı hır sayesinde, ilk tanıdım onu. Tartıştığı da matah değildi hani, sonunda iş küfürlere dökülmüş, sabah akşam iltifatlara boğulan serhoş nazenini, bu gerçekçi hayat adamının elinden kurtarmak bizim görevimiz olmuştu. Daha sağ selamet bir yerlere konuşlandırırken, merak içerisinde sormuştum;

-Neden bu tür bir çalışanın yıllarca kurum bünyesinde kalmasını izin verilmişti ? Verimlilik, vizyon, misyon gibi jargonlarla kafamın etini yiyen üst yöneticilerim nasıl olmuşta değerli kıstaslarını uygulamamışlardı?

Aldığım yanıtlar tipikti;

-Biz nelerle baş ettik canım, bu hiç olmazsa terbiyeli , altılı ganyan oynayanlar, böğrü açık kabadayılık yapanlar.

Allah için terbiyeliydi, hatta terbiyenin ötesinde sesiz kendi halinde bir adamcağızdı gibi gözüküyordu. Yıllar önce işe başlamış, hoş ve işveli bir çalışanımızın gece yarısı evini basan böğrü yanık kabadayıya yardakçılık yapmaktan öte geçmişte bir vukuatı olmadığı kurum hafızasından aktarıldı.Sabahları erken geldiğimde, yukarıdaki yemekhaneden gelen “Hıss! Pısss!” gibi derin derin soluk alma sesleri ödümü koparıp, “Eyvah! Manyağın biri yukarı yemekhanede” diyerek aşağı katlara kaçtığımda, değerli nazenin serhoşun sabah jimnastiğini yaptığını öğrenmiştim. Sonra alkol daha da ele geçirdi nazenini ve bir sabah işe gelmedi. Ne arayan ne soran oldu tüm gün boyu . Ertesi günde yoktu. Tabi ki bir bayanın Bostancı birahanelerinden çalışanını toplaması mavi kanlı kurum kültürüne aykırı olduğundan sağolusun erkek yataydaşlarım, toplamaya gitti bizim nazenini. Evi, şakır şakır maaşı olduğu için etrafında bir güruh oluşmuş, “içelim, güzelleşelim” şeklinde nazenin yolunacak kaz mertebesine ulaşmıştı. Sevgisizlik, ilgisizlik, boşluklarını alkolle beraber parada örtüyordu. Dönüş sonrası ilk bir ay ortalık gene sakinken, bir gün gene gelmedi. Ertesi gün gene yok! İşte şimdi dananın kuyruğu kopmuştu. Yeni gelen en bir üst müdür

-Neden sırtımda böyle bir yük taşıyayım? dedi.

İlk iş insan kaynakları arandı ve yaş tahtaya basılarak kökeni soruşturmacı olan bir yönetici ile görüşüldü, ilk tepkisi “Üçüncü gün gelmezse, tutanağı düzenleyin ve atalım.” oldu. Telefonu kapadığımda yanımdaki yataydaşıma baktım. “Atalım” diyorlar Uzun bir yere bakma arası verdikten sonra Aklıma binlerce şey üşüştü. Evet, bir ev vardı ama başka bir şeyi yoktu . Kendini tedavi ettirmekten acizdi, birkaç kez görüşmek zorunda kaldığım ve ilgisizliği öfkemi kabartan kardeşinden de hayır yoktu. Ne olacaktı sanki sosyal bir devlette mi yaşıyordukta sokağa birini daha salacaktık. Peki ya her biri zamanında gelen elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanlara ne diyecektik. Adam işe gelmiyor kafasına göre takılıyor bir müsamaha bir müsamaha. Birden kelimeler ağzıma üşüştü ve ya taydaşımla beraber;

-Yok,duralım biraz, başka çare bulalım. çıktı ağzımızdan.

Erken emeklilik, malulen emeklilik nasıl yaparız fikirleri ise bize vicdansız en bir üst müdürden geldi. Araştırdı karıştırdı beni de sonuna kadar uğraştırdı. Üç aylık tedavi sonrası elime aldığım,altı aylık istirahat sonrası yeniden değerlendirilerek maluliyetine karar verileceğini açıklayan rapordaki bulgular : karaciğer fonksiyonlarının bozukluğu, algıda zayıflama v.s. v.s. Resmi yazılardan sonra karşıma gelen ufacık kalmış, kafası kel kesik kesik konuşan nazenin. Yine erkek yataydaşlarının bin türlü nasihat ile emekli edildi ve yalnızlığına yollandı. Emekli ikramiyesi, her tür nakit bir ayda eridi arada bir evimi satacağım haykırışlarından başka bir ses çıkmaz oldu. Ve sonunda o telefon geldi: “... hanım ben hastanedeyim, ölüyorum.” Allahım neden ben? Vicdanlı görünmemek, ciddiyetimi korumak adına, mesafeli yaklaşımlarım hepsi gene çöp oldu. Ne diğer arkadaşlarını, ne onu toplayıp gelen erkek yataydaşlarımı aradı . Yukarılarda veya aşağılarda neler yapıyor,kim bilir ? Kulağıma hikayeler fısıldıyor, geçmişteki hayat kırıntıları, iç sesim gene fısır, fısır ve döküldü, şekle büründü, şimdi içimdeki sızı............

Hiç yorum yok: