Dün hayatımdan bir renk eksildi, bugün ise dilini anlamadığım duaları dinleyip, anladıklarıma içtenlikle "Amin" dedim. Tüm bunlar bitince içimden " Fatiha" okudum ve Salamon Amcamın ruhuna yolladım. Allah'ın özel kontenjanından gelen Salamon Amcamın ruhu için muhakakki müslümanın, hristiyanın, budistin ve bilmediğim tüm diğer dinlerin duası kabul olur.
Güle güle Salamon Zekeriya Seviş, hasret ve muhabbetle ellerinden öperim.
KAYNAK HÜRRİYET ARŞİV 09 Mart 2003 TARİHLİ RÖPORTAJI YAPAN : Mesude ERŞAN
Yeldeğirmeni'nin Süpermeni 76 yaşındaki terzi Salamon
Salamon Seviş'in terzi dükkanı, 53 yıldır Kadıköy Yeldeğirmeni'nde, aynı yerde. Ama 76 yaşındaki Seviş'in ekmek teknesi, takım elbise ve pantolon diktireceklerden çok, yardım iseyenlerle dolu.
Yardımseverliğiyle tanınan bu gönlü zengin adama mahalleli, ‘‘baba’’ diye hitap ediyor. Sağlık sorunlarına rağmen şefkat ve enerjisini esirgemeyen Salomon Seviş'in diğer lakapları ise şunlar: ‘‘Süpermen’’ ve ‘‘Yahudi Evliyası’’.
Tam 76 yaşında Salomon Seviş. Gençlerden daha duygusal, enerjik ve sevgi dolu. ‘‘Baba, diyenlere nafaka davası açacağım. Nafaka versinler de görsünler’’ diye espiri yapan Seviş, kimseyi kapısından geri çevirmiyor. Komşusundan sokağından geçen karpuzcuya kadar, hiç tanımadığı, ama adını duyup gelmiş belki yüzlerce kişi nasiplenmiş yaptığı iyiliklerden Cezaevine düşen, elektrik faturalarını ödeyemeyen, mahkemede davası olan, parasızlıktan doktora gidemeyıp testlerini yaptıramayan, hatta rapor almaları gereken öğrenciler bile onu ziyaret ediyor.
Salamon, darda olanı duyanca, hali vakti yerinde dostlarını da seferber ediyor ve ihtiyaç duyana el uzatıyor. Yanında kaldığımız bir saat içinde öğrenci oğlu için rapor almaya gelen bir anne ve elektrikçi arayan inşaat mühendisinin sorunlarını çözen Salamon'un masasının üzerinde sahibi tarafından alınmayı bekleyen, süresi uzatılmış bir pasaport duruyordu. Bir dostu için gereken ve İsrail'den gelen özel kafeinsiz kahve de yerine ulaştırılmak üzere dükkana bırakıldı. Yardım etmekten zevk aldığını söyleyen Salamon Seviş, ‘‘Hizmet edince kendimi adam sayıyorum. Yapamazsam pasif adam hissediyorum’’ diyor.
6 KARDEŞİ İSRAİL'DE
Yeldeğirmenli Viktorya ile 1950'de evlenince, Yahudi, Rum, Ermeni ve Türklerin bir arada yaşadığı mahalleye yerleşir Seviş. Damat olduğu mahalleyi çok sever ve herkesle dost olmayı başarır. Herkese yüreğini açar. Selimiye Kışlası'nda Fevzi Mısır, Aziz Bahriyeli, Amir Ateş, Nihat Uluğ, Adem Eden gibi hafız ve mevlithanlarla askerlik yaparken bazen ezan okur, bazen de mevlit. Oğlunun sünnet töreninde de hafız arkadaşlarının okuduğu ilahiler, evinin penceresinden mahalleye yayılır. Yıllar sonra ameliyat olunca ziyaretine gelenler arasında Kadıköy Müftüsü de bulunur. 7 kardeşinden 6'sı İsrail'e gitse de Seviş, yaşamını Türkiye'de sürdürmeyi tercih eder.
1960'lı yıllarda İsrail'den ziyaretine gelmek isteyen kardeşine Seviş, ‘‘Vapurdan in, taksiye bin. Yeldeğirmeni'ne gel. Beni herkes tanır’’ der. Kardeşi, ‘‘palavracı’’ diye dalga geçer. İstanbul'a gelir ve Kadıköy İskelesi'nde taksiye biner. Yeldeğirmeni'ne gitmek istediğini söyleyince, taksici onu Salamon Seviş'e benzetir ve ‘‘Terzi Salamon'a mı gideceksin?’’ diye sorar.
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Ekim 2007 Salı
YAŞAM KIRINTILARI
Uyum ve düzeni sağlamak, iş akışını bozmamak. Görev tanımına giren bu ibarelerle sarhoş bir çalışana neler yapılabilir? Kırkını geçmiş, tek ayak aksak, sakat kadrosundan işe girmiş (yıllar sonra öğrenildi) lise mezunu, boşanmış, tek başına ebevynlerinden kalan evde yaşıyordu. Ömrünün son beş yılına tanıklık ettiğim, traji-komik hikayesinde yer aldığım, hastaneye kaldırılmadan önce tek yakını kardeşini aradı mı bilmem ama beni arayıp “.... hanım ben ölüyorum ” diyen insan.
Dikkatin, emeğin en az yoğun olduğu işte çalışmaya başlayıp;
- Oğlum gel seni evlendirelim, bir kadın seni çekip çevirir, hiç olmazsa akşamları sıcak yemek yersin.
Öğütlerini veren arkadaşını hiçbir surette dinlemeyip çıkardığı hır sayesinde, ilk tanıdım onu. Tartıştığı da matah değildi hani, sonunda iş küfürlere dökülmüş, sabah akşam iltifatlara boğulan serhoş nazenini, bu gerçekçi hayat adamının elinden kurtarmak bizim görevimiz olmuştu. Daha sağ selamet bir yerlere konuşlandırırken, merak içerisinde sormuştum;
-Neden bu tür bir çalışanın yıllarca kurum bünyesinde kalmasını izin verilmişti ? Verimlilik, vizyon, misyon gibi jargonlarla kafamın etini yiyen üst yöneticilerim nasıl olmuşta değerli kıstaslarını uygulamamışlardı?
Aldığım yanıtlar tipikti;
-Biz nelerle baş ettik canım, bu hiç olmazsa terbiyeli , altılı ganyan oynayanlar, böğrü açık kabadayılık yapanlar.
Allah için terbiyeliydi, hatta terbiyenin ötesinde sesiz kendi halinde bir adamcağızdı gibi gözüküyordu. Yıllar önce işe başlamış, hoş ve işveli bir çalışanımızın gece yarısı evini basan böğrü yanık kabadayıya yardakçılık yapmaktan öte geçmişte bir vukuatı olmadığı kurum hafızasından aktarıldı.Sabahları erken geldiğimde, yukarıdaki yemekhaneden gelen “Hıss! Pısss!” gibi derin derin soluk alma sesleri ödümü koparıp, “Eyvah! Manyağın biri yukarı yemekhanede” diyerek aşağı katlara kaçtığımda, değerli nazenin serhoşun sabah jimnastiğini yaptığını öğrenmiştim. Sonra alkol daha da ele geçirdi nazenini ve bir sabah işe gelmedi. Ne arayan ne soran oldu tüm gün boyu . Ertesi günde yoktu. Tabi ki bir bayanın Bostancı birahanelerinden çalışanını toplaması mavi kanlı kurum kültürüne aykırı olduğundan sağolusun erkek yataydaşlarım, toplamaya gitti bizim nazenini. Evi, şakır şakır maaşı olduğu için etrafında bir güruh oluşmuş, “içelim, güzelleşelim” şeklinde nazenin yolunacak kaz mertebesine ulaşmıştı. Sevgisizlik, ilgisizlik, boşluklarını alkolle beraber parada örtüyordu. Dönüş sonrası ilk bir ay ortalık gene sakinken, bir gün gene gelmedi. Ertesi gün gene yok! İşte şimdi dananın kuyruğu kopmuştu. Yeni gelen en bir üst müdür
-Neden sırtımda böyle bir yük taşıyayım? dedi.
İlk iş insan kaynakları arandı ve yaş tahtaya basılarak kökeni soruşturmacı olan bir yönetici ile görüşüldü, ilk tepkisi “Üçüncü gün gelmezse, tutanağı düzenleyin ve atalım.” oldu. Telefonu kapadığımda yanımdaki yataydaşıma baktım. “Atalım” diyorlar Uzun bir yere bakma arası verdikten sonra Aklıma binlerce şey üşüştü. Evet, bir ev vardı ama başka bir şeyi yoktu . Kendini tedavi ettirmekten acizdi, birkaç kez görüşmek zorunda kaldığım ve ilgisizliği öfkemi kabartan kardeşinden de hayır yoktu. Ne olacaktı sanki sosyal bir devlette mi yaşıyordukta sokağa birini daha salacaktık. Peki ya her biri zamanında gelen elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanlara ne diyecektik. Adam işe gelmiyor kafasına göre takılıyor bir müsamaha bir müsamaha. Birden kelimeler ağzıma üşüştü ve ya taydaşımla beraber;
-Yok,duralım biraz, başka çare bulalım. çıktı ağzımızdan.
Erken emeklilik, malulen emeklilik nasıl yaparız fikirleri ise bize vicdansız en bir üst müdürden geldi. Araştırdı karıştırdı beni de sonuna kadar uğraştırdı. Üç aylık tedavi sonrası elime aldığım,altı aylık istirahat sonrası yeniden değerlendirilerek maluliyetine karar verileceğini açıklayan rapordaki bulgular : karaciğer fonksiyonlarının bozukluğu, algıda zayıflama v.s. v.s. Resmi yazılardan sonra karşıma gelen ufacık kalmış, kafası kel kesik kesik konuşan nazenin. Yine erkek yataydaşlarının bin türlü nasihat ile emekli edildi ve yalnızlığına yollandı. Emekli ikramiyesi, her tür nakit bir ayda eridi arada bir evimi satacağım haykırışlarından başka bir ses çıkmaz oldu. Ve sonunda o telefon geldi: “... hanım ben hastanedeyim, ölüyorum.” Allahım neden ben? Vicdanlı görünmemek, ciddiyetimi korumak adına, mesafeli yaklaşımlarım hepsi gene çöp oldu. Ne diğer arkadaşlarını, ne onu toplayıp gelen erkek yataydaşlarımı aradı . Yukarılarda veya aşağılarda neler yapıyor,kim bilir ? Kulağıma hikayeler fısıldıyor, geçmişteki hayat kırıntıları, iç sesim gene fısır, fısır ve döküldü, şekle büründü, şimdi içimdeki sızı............
Dikkatin, emeğin en az yoğun olduğu işte çalışmaya başlayıp;
- Oğlum gel seni evlendirelim, bir kadın seni çekip çevirir, hiç olmazsa akşamları sıcak yemek yersin.
Öğütlerini veren arkadaşını hiçbir surette dinlemeyip çıkardığı hır sayesinde, ilk tanıdım onu. Tartıştığı da matah değildi hani, sonunda iş küfürlere dökülmüş, sabah akşam iltifatlara boğulan serhoş nazenini, bu gerçekçi hayat adamının elinden kurtarmak bizim görevimiz olmuştu. Daha sağ selamet bir yerlere konuşlandırırken, merak içerisinde sormuştum;
-Neden bu tür bir çalışanın yıllarca kurum bünyesinde kalmasını izin verilmişti ? Verimlilik, vizyon, misyon gibi jargonlarla kafamın etini yiyen üst yöneticilerim nasıl olmuşta değerli kıstaslarını uygulamamışlardı?
Aldığım yanıtlar tipikti;
-Biz nelerle baş ettik canım, bu hiç olmazsa terbiyeli , altılı ganyan oynayanlar, böğrü açık kabadayılık yapanlar.
Allah için terbiyeliydi, hatta terbiyenin ötesinde sesiz kendi halinde bir adamcağızdı gibi gözüküyordu. Yıllar önce işe başlamış, hoş ve işveli bir çalışanımızın gece yarısı evini basan böğrü yanık kabadayıya yardakçılık yapmaktan öte geçmişte bir vukuatı olmadığı kurum hafızasından aktarıldı.Sabahları erken geldiğimde, yukarıdaki yemekhaneden gelen “Hıss! Pısss!” gibi derin derin soluk alma sesleri ödümü koparıp, “Eyvah! Manyağın biri yukarı yemekhanede” diyerek aşağı katlara kaçtığımda, değerli nazenin serhoşun sabah jimnastiğini yaptığını öğrenmiştim. Sonra alkol daha da ele geçirdi nazenini ve bir sabah işe gelmedi. Ne arayan ne soran oldu tüm gün boyu . Ertesi günde yoktu. Tabi ki bir bayanın Bostancı birahanelerinden çalışanını toplaması mavi kanlı kurum kültürüne aykırı olduğundan sağolusun erkek yataydaşlarım, toplamaya gitti bizim nazenini. Evi, şakır şakır maaşı olduğu için etrafında bir güruh oluşmuş, “içelim, güzelleşelim” şeklinde nazenin yolunacak kaz mertebesine ulaşmıştı. Sevgisizlik, ilgisizlik, boşluklarını alkolle beraber parada örtüyordu. Dönüş sonrası ilk bir ay ortalık gene sakinken, bir gün gene gelmedi. Ertesi gün gene yok! İşte şimdi dananın kuyruğu kopmuştu. Yeni gelen en bir üst müdür
-Neden sırtımda böyle bir yük taşıyayım? dedi.
İlk iş insan kaynakları arandı ve yaş tahtaya basılarak kökeni soruşturmacı olan bir yönetici ile görüşüldü, ilk tepkisi “Üçüncü gün gelmezse, tutanağı düzenleyin ve atalım.” oldu. Telefonu kapadığımda yanımdaki yataydaşıma baktım. “Atalım” diyorlar Uzun bir yere bakma arası verdikten sonra Aklıma binlerce şey üşüştü. Evet, bir ev vardı ama başka bir şeyi yoktu . Kendini tedavi ettirmekten acizdi, birkaç kez görüşmek zorunda kaldığım ve ilgisizliği öfkemi kabartan kardeşinden de hayır yoktu. Ne olacaktı sanki sosyal bir devlette mi yaşıyordukta sokağa birini daha salacaktık. Peki ya her biri zamanında gelen elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanlara ne diyecektik. Adam işe gelmiyor kafasına göre takılıyor bir müsamaha bir müsamaha. Birden kelimeler ağzıma üşüştü ve ya taydaşımla beraber;
-Yok,duralım biraz, başka çare bulalım. çıktı ağzımızdan.
Erken emeklilik, malulen emeklilik nasıl yaparız fikirleri ise bize vicdansız en bir üst müdürden geldi. Araştırdı karıştırdı beni de sonuna kadar uğraştırdı. Üç aylık tedavi sonrası elime aldığım,altı aylık istirahat sonrası yeniden değerlendirilerek maluliyetine karar verileceğini açıklayan rapordaki bulgular : karaciğer fonksiyonlarının bozukluğu, algıda zayıflama v.s. v.s. Resmi yazılardan sonra karşıma gelen ufacık kalmış, kafası kel kesik kesik konuşan nazenin. Yine erkek yataydaşlarının bin türlü nasihat ile emekli edildi ve yalnızlığına yollandı. Emekli ikramiyesi, her tür nakit bir ayda eridi arada bir evimi satacağım haykırışlarından başka bir ses çıkmaz oldu. Ve sonunda o telefon geldi: “... hanım ben hastanedeyim, ölüyorum.” Allahım neden ben? Vicdanlı görünmemek, ciddiyetimi korumak adına, mesafeli yaklaşımlarım hepsi gene çöp oldu. Ne diğer arkadaşlarını, ne onu toplayıp gelen erkek yataydaşlarımı aradı . Yukarılarda veya aşağılarda neler yapıyor,kim bilir ? Kulağıma hikayeler fısıldıyor, geçmişteki hayat kırıntıları, iç sesim gene fısır, fısır ve döküldü, şekle büründü, şimdi içimdeki sızı............
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)